Şiilik İslam Dünyasının Kurtuluşu İçin Yeni Bir umut olur mu düşüncesi, Humeyni’nin Şah rejiminin direncini kırarak yıllar süren sürgün hayatını bitirip büyük bir gösteri ile ülkesine dönmesi ve halkının büyük coşkusuyla karşılanması ile başlamıştı. Bu geliş bütün islam âlemini etkilemiş, ilk söylemleri ve mesajları Müslümanlar arasında büyük sempati toplamıştı. Yüzyıllardır içine kapanmış kurtarıcı bekleyen şia, tarihteki islam düşmanlarının yanında yer alma geleneğini yıkarak mezhepsel ayrılıkları aşarak birliğe katkı sağlayacağı daha da ileri giderek liderlik edeceği umudunu uyandırmıştı. islam düşmanlarının islama bakışı ve yok etmek üzere geliştirdikleri stratejiler karşısında İran dışındaki islam ülkelerinin sıfır direnci, Humeyni den çok farklı beklentiler uyanmasına neden olmuştu.. Humeyni ye kısa zamanda Müslüman halkların bu kadar güven duymaya başlaması, yerlerde sürünen islam bayrağını taşımaya ve yükseklere taşımaya namzet bir lider olarak algılamasının geçerli sebepleri vardı. Hz Peygamberle başlayan sahabe tabiin ve diğer nesiller tarafından islamı dünyaya yayan ve asırlarca oralarda yaşatan ve belki kıyamete kadar silinmeyecek derin izler bırakanların nesilleri yaklaşık üç asırdır kendi içinde ülkelere bölünmüş parçalanmış bir yapı oluşturmaktadır. Bu devlet ya da devletçikler ehil olmayan yönetimlerin eline düşmüş birçoğu kendi insanı ile kavga halinde. Bu ülke yönetimlerinin islama bakış tarzı herkesin malumu! Kendi dini ve vatandaşı ile savaş halinde. Kendi iktidar ve saltanatlarını sürdürme adına emperyalizmin istek ve arzularından reddedebilecekleri her hangi bir şey bulunmamakta.Bu gerçeğin ışığında bu iki tarafın yönetimlerini kıyaslayınca siyaseten Humeyni yi desteklememek mümkün değil gibi görünmekteydi. Hâşâ Allahın isteği de sanki bu yönde gibi algılanmaya başlamıştı. Bu şartlarda Müslümanlar ve antiemperyalistler için Humeyni’yi sevmek moda olmuş, farklılıkları fark etmek yerine, ortak anlayışların belirginleşmesi herkes tarafından söylenmese de benimsenmiş görünüyordu. Bu heyecan Humeyni nin icraatlarının ortaya çıkmasına kadar ancak sürebildi.İşte bu atmosferin etkisinde iranla ilgili her şeyin okunma isteği herkes de olduğu gibi bende de oluşmuştu. İlk okuduğum kitap İran anayasasıydı. Anayasalarında İran’ın dini “islam”ı göreceğimi herkes gibi ben de umut ediyordum. Ancak, gördüm ki; kıyamete kadar değişmeyeceği vurgulanan şii mezhebi Iranın değişmez dini olarak anayasalarında yer almaktaydı. Bunun akabinde Şiiliğin ne olduğunu öğrenmem gerekti. O günlerde. Allahtan ki bir arkadaşım Humeyni ve İslam diye Türkçeye tercüme edilmiş bir kitap vermişti. Caferi hadisleri ve konuların Humeyni dilinden açıklamasının olduğu bir kitaptı. Bu kitap kafamı karıştırmıştı. İslam kültürü ile taban tabana zıt şeyler içeriyordu. Bu görüşler nerden çıkmıştı. Meselenin aslını öğrenmek için ulaşabildiğim kaynakları taradım. Araştırdığım kaynaklarda Sünnilik ile Şiilik arasındaki farklardan hiç bahsetmiyor Şiiliğin propagandasında ve bazı tarihi olayların ajitasyonunda zirveye çıkılıyordu. O yıllarda Türk kökenli Caferiler şii kitaplarını tercüme ederken Sünni kesime dokunan onu yaralayan bölümlerini tercüme etmediklerini ya da tercüme ettikleri kitaba koymadıklarını sonradan öğrendim. Sebebi ise; okuyucu Şiilik ile Sünniliğin bir farkının olmadığı kanaati ile Şiiliğe yaklaşsın ve aldanması kolay olsun diye.. “Humeyni ve İslam” adlı kitap da ki bilgileri o günlerdeki şii sempatizanları ile tartıştığımızda bu kitap Amerikan ajanları tarafından Humeyni yi kötülemek üzere tamamen senaryo gerçek dışı demagojilerle doldurulan bir kitap olduğu cevabını veriyorlardı. Hâlbuki kitap da dipnotlarda kaynak isimleri belirtiliyordu. Ama Farsça bilmeyince bu kaynaklara ulaşmak mümkün olmuyordu. Sonuçta yılmadan araştırmaya devam ettim. Prof. İhsan İlahi Zahir in “Şianın Kuran İmamet ve Takiyye Anlayışı” adlı kitabını buldum. Okuduğumda gördüm ki; daha önceki kitap da ki edindiğim bilgilerin de CİA ajanlarının uydurması olmadığını öğrendim. Şaşkına dönmüştüm ama gerçeği artık kavramıştım. Demek ki, Humeyni mezhepçilik yaparak islam bayrağını değil, bölünmüşlüğün mezhep çatışmasının bayrağını yükseltmeye gelmişti. Yıllardır bu hızla Şiilik konusunda araştırma yapmaktayım. Ancak, inananların birbirine en yakın olmaları gereken dönemlerde farklılıkları kaşımanın insanlığa özellikle de Müslümanlara hiçbir yararının olmadığını düşünerek bu konuları bugüne kadar kendime sakladım. Ancak bu sürecin toplumumuzdaki yansımasına baktığımda başlangıcta olaya siyasi bir sempatizanlık ile yaklaşanların bugün Şiilerle bir olup Ehli Sünnet arasında yürüttükleri davet çalışmalarını sinsi metotlarla sürdürdüğünü görmekteyim. Dikkatli bir araştırma verileri bu çalışmaların yani Şii yayılmacılığının ülkemizde olduğu gibi Özellikle de Mısır, Sudan, Tunus, Cezayir ve benzeri tamamı Sünni olan ülkelerde büyük bir hızla sürdürüldüğünü artık her vicdan sahibi tarafından dillendirilmektedir. Hatta bu gelişmeyi İran Mehr Ajansı'nın Arap ve İslam ülkelerinde Şii mezhebinin yayıldığını ilan etmesi ve bunu Ehli Beyt'in mucizelerinden biri sayması olayın kendini Müslüman aydın sayanların vahametini göstermektedir. Yayılmacılık metotlarında kullandıkları argümanların; sahabe düşmanlığı, hadis inkârı, ehlisünnet kitaplarını yanlış yorumlama, kendi kaynaklarındaki iddialarını ispatlama adına “ehlisünnet kaynakları da bu görüşü destekliyor” diyerek kendi inançlarına destek sağlama, metnin bütünü değil parçalayarak işlerine geldiği kısımların istismarı, yine bu metinler üzerinde ilave ve çıkarmalar yapma, Kuranda bahsedilmeyen hususları var gibi gösterme, sonradan Şiileşmiş kişilerin Sünni ayaklarından şia propagandası yapmak, tevil, inkâr, hissiyat gibi birçok şeyi bir arada kullandıkları gözden ırak tutmak mümkün olmamaktadır. Tarihte olduğu gibi dini temelinden sarsacak tehlikeli bir oyunun bir parçası olmayı sürdürdükleri maalesef ki ap açık ortadadır. Bütün bunlardan başka, Şiiliği reddeden ulema hakkında yaydıkları yalan ve iftiralar bu çalışmalarının bir başka halkasını teşkil etmektedir. Özellikle Lübnan’daki Hizbullah ordusunun popülaritesinden faydalanarak Müslüman memleketleri kasıp kavuran Şiî davetçilerin her yerde boy gösterdiği Şia inancını toplumlarda hâkim kılma faaliyetleri görülmeyecek gibi değil. Siyasi yakınlığı dini yakınlığa çeviren sonradan dönmeler inanç akidesinin ve şianın ne olduğuna bakmadan, bilgi edinmeden hatta buna ihtiyaç bile duymadan son derece cahilane bir tutum ile Cihadı ve “Şiî-Sünnî kardeştir” söylemini istismar ettikleri, bunu şii inancının güçlendirmek adına, ehlisünnet inancına hakaret etmeyi ve Şiîlerin faziletlerini sayıp dökmeyi kendince bir meziyet saydıkları da meydanda. Bütün bunlarla birlikte, son yüz yılda Müslümanların içine düştüğü durumdan ortada. Irak, Afganistan, Pakistan, Filistin, kara bağ, Çeçenistan ve daha başka birçok yerdeki zulüm malum. Sonuçta İran’ın amacı sadece emperyalizme islam düşmanlarına, Siyonizm’e karşı ortak bir mücadele azmi ve tavrı içinde olmak olsa! Amenna. Hangi Müslüman bu düşünceye itiraz eder. İtiraz edenin Müslümanlığından şüphe duyulmaz mı? Ama olayın gerçeğine bakınca İranın bu olaylar karşısında son derece ince bir siyaset güderek öncelikli Şiilik değil Fars çıkarları perspektifi çerçevesinde konulara yaklaştığı saklanır gibi değil. Mesela kara bağ hadisesinde Azeriler kendi mezheplerinden olmasına rağmen Azerilerin yanında yer almayıp Hıristiyan Ermenistan’ın yanında yer almaları bunlardan bir tanesi. Geçmişe baktığınızda Tarih boyunca şiacıların Müslümanları ve islamı gelişmeleri arkadan hançerlediklerini de görünce buna karşı düşmanlık etmeden tedbirli olmak, bir daha aynı oyuna düşmeme adına bu inanc manzumesinin bütün evrelerini bilmek aydınlanmak sanırım en doğru olanıdır diye düşündüm. Bunu intikam alma adına olmadığını her mümin bilir. Çünkü bizim inancımızda intikam diye bir şey yoktur. Biz kitap ehlidir diye haclı zulmünden inim inim inleyen Yahudilere şefkat göstermiş bir inancın mirasçılarıyız. Biz İran ateşperestlerine karşı Bizans Hıristiyanlarının muzafferiyeti için dua etmiş bir neslin yadigarıyız. Bugünde İslam düşmanlarına karşı aynı Allaha ve Peygambere inanç birliğimiz olan bu insanların yanında olmaktan daha doğal ne olabilir. Ançak bu bizim onlara karşı arkamızı dönmemiz gerektiğini anlamına da gelmez. Çünkü adı geçen nesil on üç asırlık bir süreçte şii olmayan Müslümanlara karşı tutum ve davranışları çok bildik bir vakıadır. Bunların sinsi yaklaşımların üzeri açıldığında yine tarihin tekerrür ettiği ortaya çıkıyor. Sanki bunların amaçlarının düşmana karşı bir olma değil de sıkıştıkları ortamda kendi arkalarına destek bulmayı hedefledikleri gibi algılanıyor. Doğrusunu Allah bilir. İhtiyaçları bittiği an yine tarihteki rollerini oynamaya devam ederler mi? Sorusu akıldan çıkmıyor.!
Sözünü ettiğimiz olumsuzluklar eskidendi. şimdi rejim değişti. Toplumun olaya bakış tarzı eskisi gibi olmayabilir diye düşünebilirsiniz. Keşke öyle olsa! Mezhepsel yorumlar öne çıkarılmasa, Meshepcilik yapılmasa! Şiiler kendi inancını, Sünniler de kendi inancını müdahalesizce yaşasa, ama gerçek hiç öyle değil. Bunun böyle olmadığı ırakta, kara bağda görüldü. Irak’ta işgale karşı çıkan ve kanlarının son damlasına kadar mücadele veren Sünni Müslümanlara karşı Amerika’yı arkalarına alarak ırakta bombalamadık cami öldürmedik Sünni bırakmadıklarını, Bu karşın harici zihniyetli bir takım cahillerde aynı metotlarla bunlara karşılık vererek her yanı kan gölüne cevirdiler. Bu durumu Iraklı dini liderlerden kardavi Müslüman ülkelerine feryat ederek duyurmak zorunda kaldı. Daha sonra da Amerika’ya karşı mücadele eden Müslümanların direnci kırıldıktan sonra, Şiacılar birden bire anti Amerikancı oldukları ifadesiyle anılmaktadırlar. Anti Amerikancı ya da emperyalizme karşı olduklarından şüphe yok. Bu konuda diğer İslam ülkelerinin çok da önündeler. Ancak, Sünni Müslümanları yok etmek için ortak hedefte Amerikalılarla nasıl işbirliğine gittikleri anlaşılır bir şey değil!. Tabii burada şu gerceğide söylemek gerek söz konusu ülke toprağında İslam adına şii camilerini şii pazarlarını bombalayıp yüzlerce çoluk cocuk masum insanların ölümüne sebep olan yapılanmalarda mevcut. İnanan insanlar İslami prensipleri gereği haksızlık nerden gelirse gelsin yanlışı söylemek durumundadır. Haksızlığın sizdeni bizdeni olamaz. Haksızlık haksızlıktır.Irakta bu süreç devam ederken diğer islam ülkelerinde ha bire Şiileştirme faaliyetlerini bütün hızlarıyla sürdürüyorlar. Çünkü onların akidelerinde sünnet bağlılarını Müslüman olmadıkları için güya onlara tebliğ yapıyorlar. Ehli sünnet inancında olan insanları Yahudi ve Hıristiyan dan daha aşağı gördükleri kendi inançlarında, kendi kaynaklarında mevcut. Şu günlerde Müslüman kesime yaklaşımlarında kerhenlik var imajı yabana atılır gibi değil.Baştan beri anlatılanların yani Şiilerin inanc akidelerini, Sünnete bağlı mümini nasıl gördüklerini, islamı akideleri nasıl saptırdıklarını tespit etmek günümüz iletişim cağında artık hiç de zor değil. Bütün bu hususları, tarihi ve günümüz yorumlarıyla kendi liderlerinin sözlerinden, kendi kaynaklarından alıntılarla alınan kitapların adı ve sayfası ile “Şianın doğuşu ve gelişim sürecinde Şia ve Şiacılar” adı altında ki çalışmamda ortaya koyduğuma inanıyorum. Bu konuda amerikayı yeniden keşfettim iddiası yok. Konuyla ilgili yapılan yüzlerce araştırma ve çalışmalardan faydalandım. “Sünnilerin Şiileştirilmesi Çalışması”nı doğru bulmadığım ve Şiiliğin ne olduğunu bilmeden bu yönde adım atan kardeşlerimi uyarmak için yayınlamak zorunda kaldığım için, aslında hiç de mutlu değilim. Benim bu konudaki net düşüncem şii olarak doğan bir vatandaş kendi inancını doğru bulup ve onunla mutlu yaşıyorsa buna kimsenin bir diyeceği olamaz. Şii akidesi, Sünnilerce hiç doğru bir akide olarak görülmemekte eğer doğru görülse idi zaten şii olurlardı. Aynı şey Şiiler içinde geçerli. O halde Sünnileri Şiileştirme politikası bu insani düşüncenin neresinde kalıyor? Bu inanc önderlerine sormazlar mı siz kendinizi düzeltin diye.. işte olayın bu noktasında ben bu konuyla ilgili araştırmamı Şiiliğin ne olduğunu bilmeden sonradan Şiileşme yolunda olan kardeşlerime atfen yayınlamak zorunluluğu hissediyorum kendimi. Bütün bu hakikatleri görmezden gelip, tamamen duygusallıkla Şiilere yaklaşan birçok insanın bugün durumu maalesef ki onlardan farklı değil. Yakından tanıdığım onlarca arkadaş var ki Seksenli yıllarda Şianın gerçek dini anlayışını, tefsir ve muteber hadis kitaplarındaki şii gerçeğini bilmezlerdi. Sadece Humeyniye sempati ile bakarlardı. Bunlara Yahudi zulmüne karşı dayanma gücünün bittiği, Amerikan ve Siyonizm düşmanlığının atağa geçtiği süreçte de buna karşı çıkanın sadece Şiiler olduğu Sünni kesimin ise geçmişte yezidin taraftarı olduğu gibi bugünde benzer güçlerin yandaşı olduğu tezleriyle ehlisünnet dünyasına karşı sınır tanımaz yalan iftira yanlış bilgilerle bu kişileri aldattılar.. Başlangıçta kendi inançlarıyla ilgili de fazla bir bilgisi olmayan haksızlığa zulme karşı dik durmaya çalışan bu mazbut insanlar bugünkü görünümüyle Şiiliğin en azılı savunucusu durumuna gelmiş Şiileşmiş, azılı birer Şiacı olmuşlar, Şii fıkhını uygulayıp diğer müminleri küfürle itham eder duruma gelmişlerdir. Bu çevreler bazı konularda ekonomik olarak iranla göbek bağı olan öyle aydınlar üretmeyi başarmışlar ki!… Şiiliği bilmeyip bunları dinleyenlerin şii olası geliyor!. Öylesine masum bir portre çiziyorlar ki dua edesiniz geliyor. Tarihte oynanan oyunun bir benzeri olan siyasi yakınlığı dini yakınlığa dönüştürdüklerine şahit olmasaydım, bunların başlangıç ve bugünkü hallerini bilmeseydim bu konuya zerre miktar ilgim ve alakam olmazdı. Bu araştırma ve tecrübelerimi yazmaktaki amacım; hiçbir şii kardeşimi üzmek onunun inancına hakaret etmek, tekfir etmek, aşağılamak da değildir. İnançlarını sorgulamalarını sağlamak ise asla.! Bu onların kendi tercihleri. Benim derdim kendi inancını sorgulamadan, uydurma tarihi metinleri doğrulamak için kuranı adres gösteren, Kuran ı kendinden başka kimsenin bilmediğini zanneden, her hafta bir ilden kalkıp Ankara’ya gidip demode iğrenç bir yalandan başka bir şey olmadığı tarihi vesikalarla isbatlanmış, sahabe düşmanlığını canlı tutmaya çalışanlarla. Son yıllarda şii dünyasına ışık saçan şii ulemalarında hakikati yakalama adına büyük adımların atıldığı bu günlerde, gulatı çağrıştıran hatta onları aratan bir hitabetin sahibi olan beyin fukaralarıyla.! Bir de bu gibilerin etkisinde kalan sonradan Şiileşmiş, kültürler ile siyasi olguları dinin önüne çıkartıp, Kuranı ve Sünneti bu çerçeveden yorumlayıp ona buna cennet cehennem bileti kesen Şiacıalar ile. Bu alanı fütursuzca kullananlarla. Hakikat diye yutturmaya çalıştıkları inançların neler olduğunun anlamını bilmeden başkalarını aldatmaya çalışanlarla! İşte bu hakikatleri inanç noktasındaki vebali de dikkate alarak elimden geldiğince belden aşağı vurmadan şike yapmadan doğruları gözler önüne sermek olacak.İslam ülkelerindeki masum gençlerin şii yayılmacılığının etkisinde kalmasının en büyük sebeplerinde birisi Amerika’nın dünyayı yönetme ve sömürme içgüdüsü neticesinde Orta doğu ile ilgili planları ve stratejik hataları sonucudur. Bunun sonuçlarının bilinerek veya bilinmeyerek İran’ın lehine tezahür ettirilmesidir. Belki de Amerika nın staratejik bir hatası değil bilinçli olarak yaptığı bir şeydir. Bugün emperyalizmin işgal ve zulüm cemberi, hangi inancın gelişmesine imkan vermekte! Bu plan İslam dünyasının karşısında, yüzde on beşleri temsil eden Şiiliği eşit seviyelere çıkartıp bir birini yemesi ni sağlama projesi olamaz mı? Amerika İslamın lehine düşünebilen masum bir yapı olmadığına göre!. Kafasında ne hinlerin olduğunu kim bilebilir Allah’tan başka. Gelişmelere, sebep ve sonuçlara bakıldığında görünen gerçeklerle yüzleşince ortaya çıkan görüntü Mesela Irakın işgali, mazlum Filistinlilerin sürekli şiddet baskı ve zulümle karşı kaşıya bırakılması, Afganistan’ın işgali ve orada ölen milyonlarca masum çoluk çocuk kadın. Bütün bu zulme karşı Sünni İslam dünyasının organize bir birlikteliği olmaması ve sürece yeterli tepkiyi vermemesi nedeniyle bugün İran sanki islamın yegâne savunucu konumuna getirilmesi kimin eseri?..! Bugün İran mazlum milletlerin gözünde emperyalizme sömürüye karşı dik duran, Müslümanların hakkını savunan bir ülke olarak algılanmasını kim sağladı?,,!.
Bu sürecte diğer islam ülke yönetimlerinin malum hali. Bunların yani krallıkların, saltanat sahiplerinin İslamın geleceği ile ilgili her hangi bir kaygısının olmadığı gibi, din kendi toplumlarında ne kadar bilinmezse onların o kadar rahat ettikleri gerçeği çok düşündürücü değil mi? . Yüzyıllarca emek verilmiş ve toplumun hücrelerine işlemiş cihat ruhunun, bugün batılı emperyalistlerin, küresel kültürün etkisine terk edilmiş olması karşısında kendini bulmaya çalışan samimi insanların birçoğu da gerçeği bulma adına şii propagandacılarının tekeline düşmüşten kurtulamaması şii gerçeği ile mutlu olmaya çalışmaları nasıl saklanabilir?. Çok şükür ki gerçeğin hepsi bu kadar değil. Uşak yönetimlerce üzerine ölü toprağı atılarak uyutulmaya çalışılan toplumlardaki duyarlı insanların çoğu uyanmaya başlamış örgütlenerek yetişkin olduğu alanlarda hizmet üretmeye başlamışlardır. Bu da olayın çok daha farklı hoş yüzüdür. Bunlardan sadece bir cemaat, farklı ülkelerde hırıstiyanlık propagandası altında asimile edilmeye çalışılan milyonlara ulaşabilmekte onların Hıristiyanlaşması önlenmektedir. Yine bir başka cemaat Kuran okumayı unutan bu toplumlara kuran hizmeti götürüp onlara dinini tasavvufi bir yaklaşımla hatırlatmaya çalışmaktadır. Bunlar takdire şayandır. Bu faaliyetler iranın yaptığı gibi Müslümanları Şiileştirmek için bol para harcamak değil, Hıristiyan kültürünün etkisinde kalmış islamdan uzak kalan insanlara islamı yakın etmek gibi ulvi bir değer taşıyan hizmet türünü yürütmektedirler. Yani bu hastalığın ilacı devlette olmasa da şianın tekelinde olmadığını göstermişlerdir.
Şiiler bidatla doldurulmuş inancların gecelerini gündüze katıp yaymaya çalışırken, Şiileri Sünnileştirmek için değil, kendi kardeşlerimizin sapkınlığa gitmesine engellemek adına bir şeyler yapmamız gerekmez mi? Bir Müslüman bu gerçekleri göz ardı edebilir mi?. Bunca kendine güven niye? Bilmeyenlerin aldanması o kadar kolay ki.. Budistler büyük gücün taptıklarının (Tanrıyı) budanın temsil ettiğine inanıyorlar. Zekâlarında da bir sorun yok. Ama aklı kullanma ihtiyacı duymadan propagandanın etkisiyle kendi kültürlerine inanıyorlar. İnanç böyle bir şey. Yani senin inancın ne kadar güçlü olursa olsun daha zayıf durumdaki inanç çalışma ile daha çok taraftar bulabiliyor, daha inandırıcı olabiliyor. Bu tamamen gayrete bağlı bir şey. İnanca güvenerek yatmanın bir faydası yok!.Meseleyi inananların karşıdan nasıl göründüğü, bu inançların hangi kaynaklardan beslendiği, oluşturucuları ve tarihi sürecini inceleyerek neyle karşı karşıya olduğumuzun öğrenilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu çalışmada kötülemek, yok etmek, hakikati karalamak, iftira etmek, gibi, şii metotlarını kullanmak olmayacaktır. Batılın ne zaman kimler tarafından başlatıldığı niçin sürdürüldüğü, hangi âlimlerin buna karşı çıktığı olumlu ya da olumsuz gelişmeleri objektif kriterler ölçüsünde sunmaya çalıştığımı söylemem lazım. Zamanla elde ettiğim bütün gelişmeleri ya da fark ettiğim yanlışlıkları anında çalışmama yansıtmaktayım. Şiiliği anlamak için şii inancı dışındaki büyük çoğunluğu oluşturan diğer Müslüman kitlelerin şii perspektifindeki görüntülerinin bilinmesi gerekir. Bununla ilgili bir örnek verilirse;İmamı Humeyni yazdığı kitaplarında: “Süphesiz ki Ebû Bekr ve Ömer kâfirdir. Onları sevenlerde onlar gibi ka firdirler.” (el-Meclisî/Hakku’l-Yakîn, 522; Humeynî/Kesfu’l-Esrâr, 112)Yine Humeyni, el-Humeynî, Tahrîru’l-Vesîle (s: 52, 94) adlı kitabında diyor ki: “Süphesiz imamın övülmüş makamı, sanlı derecesi ve velâ-yetine kainatın bütün zerrelerinin boyun eğdiği kevnî halifeliği vardır.” Yine der ki: “Şüphesiz bizim yani isna aseriye imamlarının Allah ile öyle bir halimiz vardır ki bu ne bir mukarreb melek ne de gönderilmiş bir peygamber için söz konusu değildir.”Yine Iraklı şii dini liderlerinden ve imamlarından Sistanî: “On iki imama iman etmeyen kişi Müslüman mıdır?” seklindeki soruya “O kâfirdir” diye cevap vermiştir. “On iki imamdan birine iman etmeyen kişinin arkasında namaz kılmanın hükmü nedir?” seklindeki soruya: “Caiz değildir” diye cevap vermiştir. Bu fetvalar Sistanî’nin resmi internet sitesinde kendi el yazısı ve imzası ile yayınlanmıştır. Bu sorgulanabilir.Humeyni’nin Keşfü’l Esrarda da “şii” dini demektedir. Eğer onun dediği gibi bu bir mezhep değil de yeni bir din ise, bu din; Müslümanlar arasına ayrılığı ve bölücülüğü sokmak için İslam’a karşı bir tuzak olarak kurulduğu islam âlimlerince teyit edilen bir husustur. Bu din kurulduğu günden bu yana İslam’a ve Müslümanlarla karşı savaş halinde olduğu bir realitedir.. İslam tarihinde vuku bulan olayların tahlilini yapanlara göre Müslümanlar arasında çıkan savaşların meydana gelmesinde en büyük pay Şiilere ait olduğu gibi. İslam ülkelerine göz dikip Müslümanların kanlarını akıtanların yanlarında yer alanlarında yine Şiiler olduğu görülür. İşte Hulâgu’nun vezirlerinden nasıruddin el-tûsî (şia ileri gelenlerinden) Abbasi hilafetini sona erdirmek için hulagü’yü ikna edip, milyonlarca Müslüman kanını ırmaklar gibi akıtmasında ona yardımcı oldular. Bununla da kalmayıp tatarların Müslümanlara karşı başlattıkları savaşta Müslümanların tatarlara indirdikleri nihai darbeye kadar onların yanında yer almaya devam etmişler nesilden nesile hep tatarlarla işbirliği halinde olmuşlardır. Tarih kitaplarında bu konular oldukça geniş olarak anlatılmıştır. Şiilerin islamı yok etmek için yola cıkan Hulâgu ya nasıl yardımcı oldukları. Şianın kanaat önderlerinden ve imamlarından Humeyni nin bu konuda hala kendi tarihlerine destek verdiği anlamak mümkün değildir. Humeyni, bu konuda şöyle der: hulagü ile işbirliği yapıp ona yardımda bulunmak, islam’a ve Müslümanlara gerçek yardımda bulunmak olmuştur. Diyerek bir tarafa böyle bakan Humeyni, diğer taraftan mehdi gelinceye kadar şiilere beklemeyi emreden Yahudilerin uyutma projesini yıkan ilk lider olmuştur. Bu takdire şayan bir husustur. Şiiliğin temel felsefesinden biri olan imamet mevzuunda 12 imamın kayıp olduğu kayıp olan imam gelinceye kadar kimsenin bir şey yapmasına gerek olmadığı, nasıl olsa 12 imam kayıptan çıkacak hem kendi düşmanlarını hem de Müslümanların düşmanlarını yok edecek inancı içinde olan Humeyni öncesi Şiiler yaklaşık 12 asırdan beri islamın yayılmasına en ufak bir katkı sağlayamadılar. Humeyni burada bir oyunun olduğunu anladı ve bugün şii toplumunu bu uyutma projesinden kurtardı. Bu kendi inancı ve ülkesi ile diğer İslam dünyası için son derece iyi bir şeydir. Ne mutlu o topluma ki Humeyni gibi bir lider yetiştirmişler. Yukarıdaki örnekte sahabenin ileri gelenlerini küfürle itham eden Humeyni’nin bazı hutbelerinde mezhepçilik yapmadan ehlisünnet Müslümanları desteklediğini görüyorsunuz! Ayrıca Humeyni nin halkı gulat fikirlerden arındırmaya çalışarak aklı daha ön plana çıkarttığına şahit oluyorsunuz! Kendi toplumunu batılın ve emperyalizmin bataklığından çıkarttığına da dünya şahittir. O zaman Humeyni yi nasıl değerlendirmeliyiz. Humeyni hem dini liderdir hemde devlet yönetmiş bir kimsedir. Konuşmalarını ve yazdıklarını her koşulda toplumun bulunduğu şartlara göre yaptığını düşünmek mümkündür. Humeyni o günkü toplumun inacından farklı görünseydi o topluma lider olamazdı. Zaman zaman dini liderliğini ön planda zaman zaman da devlet başkanlığını ön planda tutmak zorunda kalmıştır. Acaba Humeydi kendi toplumunu asırlardan beri gelen radikalliğin, gullatın etkisinden kurtarıpda meshepciliği kaldırabilirmiydi? Normal şartlarda buda pek mümkün görünmüyor? İranın o günkü şartlarını bütünü bilmeden olayın içinde yaşamadan uzaktan bir insanın davranışlarını yargılamak doğru değildir. Ama şu unutulmamalıdır ki Humeyni bir şiidir. Şiilerin de, ehlisünneti değerlendirmede ortak anlayışları mevcuttur. Bu kendi kaynaklarına yansımıştır. Bu inançlarla beslenen bir toplumu ani bir şekilde değiştirmek öyle kolay bir iş değildir.
Yani Humeyninin islamın merkezine ne kadar yakın olmak istediğini ya da kendisinin ne kadar yakın olduğunu, şartların onu bu kadarla yetindirip yetindirmediğini bilmek mümkün değil. İç dünyasındaki inancının derecesinin ne olduğunu ancak Allah bilir. Ama şu bir gerçektir ki Humeyni katıksız bir şiidir. Ama bir Şah İsmail de değildir. Şiilikle ehlisünnet inancı arasına aşılmaz engellerin konulması ayrıcalıkların artırılması şah döneminde gerçekleştirilmiştir. Humeyninin adımları bazı radikal çıkışlarını saymazsak ayrıştırıcı yönde değil birleştirici olma yönündedir. Bazı kafalar, kişi ya da olayları değerlendirmede toptancı yaklaşım sergiledikleri için bu ayrımı çelişkili bulabileceklerini görüyorum. Bu bakışı sergileyenler diyecek ki; Humeyni ile alakalı hem öyle hem böyle diyorsun! Yani Humeyni ye toptan çok kötü , ya da göklere çıkaracak kadar iyi! Demeliyim. Yok, böyle bir şey. İşte Humeyni de bir insan hem iyilik ve doğruların hem de yanlışlık ve kötülüklerin bir parçası olabilir. Yani onun gibi düşünmeyenler onun zayıf noktalarını bulup belden aşağı vurması ile haklı olduğu konuların ardına saklanıp hataları göz ardı edilmesinin doğru bir tarafı bulunamaz. Önemli olan bunları ayrıt edebilmek bunun sebeplerini anlayabilmek
Peygamberimiz, Bizanslılar ile Ateşperest İran arasında çıkan şavaştı Bizanslıların zaferine sevinmiş yenilgisine üzülmüşken, bizim bugünkü İranlıların kötülüğünü istememiz asla söz konusu olamaz. Ama burada inçe bir çizgi var. Onları destekliyor olmamız onların muzaffer olmasını istememiz onların inançlarını da paylaşıyoruz anlamında değildir. Çünkü Şii inancı ile ehlisünnet inancı bire bir aynı değildir. Bazı konularda farklılıklar ayrı bir din gibi algılanıyor olsa da ayrı bir din değildir. Bunun çok iyi ayırt edilmesi için Şiilere düşmanlık etmeden şii gözlüğü ile değil de şii kaynaklarından Şiiliği iyi tanımamız gerekiyor. Bu çalışmanın ana konusu budur.
Bütün bu sürecin tahlilinde şu da görülmektedir ki;Siyasi bir sempatinin etkisiyle bilmediği bir karanlığın içine düşen öğreneyim derken anlamadığının esiri olan, hissiyatın galebesiyle aklın körleştirildiğin farkında olmayan kişilerin sayısı hiçte küçümsenecek gibi değil.Alt kültür düzeyindeki bazı insanlar, bir inancın etkileşim sürecine girdiği dönemlerinde kendi öğretilerinin üzerinde başka bir şey görememekte öğrendikleri kendi doğrularının en radikal savunucu, bu düşünce tarzının dışında olan her şeyi reddetme temayülü ise onların zırhı haline dönüşmektedir. Kendi kendilerini bir aslan görür iken, karşı taraftaki görünümlerinin, öğrenmeye çalışan fakat öğrenemeyen bir cahil, bunların farkında olamayan bir zavallı Profülü çizdiklerinin farkında bile olamıyorlar. Bu gözlemlerin ışığında önce humeyniye siyasi bir sempati ile yaklaşan sonradan Şiileşen çok yakın tanıdığım bir arkadaşım bir sohbet esnasında, M. Asım Köksal ın İslam Tarihi kitabını okuduğunu, “Ebu Bekir ve Ömer hayatlarında bir tane kâfir öldürmemişler bütün savaşlardan kaçmışlar” ifadesiyle iki cümle hiç anlayamadığı kitabı özetleyiverdi. Herkesin takdirini kazanmış, her bir bilgiyi onlarca delile dayandıran tamamen belgesel niteliği olan ciltler dolusu kitaptan anladığı ve çıkardığı sonuç buydu. Kendini okuyan birisi olarak lanseden bu kişinin ifadesi meseleye bu tür inançların etkisinden kalmış kişilerin konulara bakış acısını ortaya koymaktadır. Her hafta sonu kendilerine mahsus Ankara’da bulanan vakıflarında dinlediklerini bizimle paylaşan bu arkadaşın söyledikleri insan beyninde infial yaratacak şeyler. Kendi aralarında konuştukları birçok şeyin kaynaklarında olmasa bile gelişmelere göre ellerine iki üç sayfadan oluşturulan notlarla beyin yıkadıklarını bu tür yakın dostluklar neticesinde anlamak mümkün oluyor. Her hafta bir sahabe ile ilgili son derece çirkin bir iddia, bunlar neler mi dersiniz? Kuranı Kerimin kıyamete kadar Allahın vaadi ile değil de Hz Ali sayesinde hükmünü kaybetmeyeceği, Hz Ebu Bekir için, Peygamberimizin mağara arkadaşı olmasından sebebi, hicret esnasında putperestlere ispiyonlamasından endişe edildiği için kerhen cağrılan, korkak aslında zenginliği olmayan sıradan birisi. Hz Ömer’in oğlan hastalığına müptelalığı, korkaklığı, adaletli olmadığı, Hz Fatımayı öldürdüğü, hadislerin yazımına engel olduğu, Hz Ayşe nin Hz peygamberimizin hanımı olmasının ötesinde hiçbir değerinin olmadığı, yine onunla ilgili hiçbir müminin diline alıp konuşamayacağı yalan ve iftiraları, bunların yanında Hz Talha nın bir sürü yanlışları ve zekâtını doğru dürüst vermemesi, Peygamberimizin vefatından sonra da Hz Ayşe ile evlenmek istemesi, “ O bizim hanımlarımızla evlenmek isterken iyi idi de, biz de onun hanımı ile neden evlenmeyelim “ dediği yalanı, Hz Osman vs özellikle cennetle müjdelenenler, siyaseten Hz Ali ile ortak hareket etmeyenler ve ileri gelen bütün sahabelerin aleyhine akla hayale gelmeyecek şekilde uydurulan yalan iftira ve aşağılayıcı söylemlerini bire bir sohbetlerinde anlatarak katılımcıların sahabeden uzaklaşmasını sağlamaktadırlar. Dolayısıyla da bu güzel insanlar tarafından rivayet edilen bütün islamı gerçeklerin üzerini bu yöntemle kapadıklarını, en azından kapamak için ellerinden gelen bütün hünerlerini gösterdiklerini görmek mümkündür. Bu yaklaşımları ile tertemiz inanç sahiplerini ne hale getirdiklerini görüp de Allah ıslah etsin demekten başka söylenecek bir söz var mı? Bilemiyorum!. Bugün Hz Ali hayata dönse de, geçmişte söylediklerini bunların yüzüne tekrar etse, “ ben ve evlatlarım şii düşüncesinden beridir” dese Hz Ali yi bile çok rahat küfürle itham edecek radikallik ve sapkınlık içine girmiş bir hayli inanç sahiplerini görmek mümkün. Çünkü onlar için gerçek, Hz Ali nin kendisi değil, şii felsefesinin içinde konuşlandırılan Ali ve çocukları önemli. Sözün kısası bu tip radikalliğe saplananlar sünnete bağlı islam kaynaklarını bir şey öğrenmek adına değil, acaba nerde bir tereddüt bulurumda istismar eder onu kullanırım, elimde delil olur mantığı ve yaklaşımıyla meseleye bakıyorlar. Bu tip yaklaşımlarda bilmediğini öğrenme, aklı kullanma, mantığa uygunluk arama gibi nezih bir davranış bulunabilir mi? Bunlar mollalara kiraya verdikleri beyinlerinin bir merkezden dolumunu sağladıktan sonra, basit bir mekanizma ile acılan radyonun konuşması gibi aldıklarını anlayabildiklerini molla gerçeğini yayın ederler, o kadar. Bunun dışında en ufak bir yorumlama araştırma düşüncesi, muhakeme, mukayese her hangi bir vizyon görmeye kalkışmak hayali olur. İlk bakışta bu sözler tamamen gercek dışı görülebilir. Olur, mu böyle bir şey denebilir. Bu da tabi ki çok doğru bir yaklaşım. Ancak yıllardır tanıdığım mesai arkadaşlarım var. Bunlar her cumartesi Ankara da Irak Şiileriyle bağlantılı bir vakfa gidiyorlar. (Adres vermek yakışıksız olur) Şiiliğin inanç akidelerini yıllar önce ilk defa onlara anlattığım zaman böyle bir inanç olur mu? Bunlar tamamen iftira ya da sen anlamamışsındır diye bana itiraz ediyorlardı. Bir hafta, on beş gün sonra aynı konuyu daha ileri safhada oradan dinledikleri zaman benim daha önce söylediğim şeylerin ötesinde duydukları şeyi kayıtsız şartsız kabul edip onun bir numaralı savunucu oluyorlar. Kendi seciciliğini kendi aklını kendi muhakemesini hiç kullanmayan eğitimli bir insanın nasıl böyle olabileceğinin canlı örnekleri çok yakınımda. “Bizim gittiğimiz yer ehlibeyt mektebi”diyor “oradan gelen bilgi süzülmüş bal gibidir. Orada zararlı bir şey olmaz” sözleriyle oraya kayıtsız şartsız biat ettiklerini ifade ediyorlar. Madem bu mekteplerde hep doğrular söyleniyor da söylenen şeylerin kişiye göre değiştiğini görmezden gelip doğrunun tek olduğunu bilmiyorlar mı? Bilseler de burada hikmet görüyorlar. Bunlar benim canlı örneklerim. Ehlibeyt mektebi adı altında birbirinden ayrı onlarca şii vakıfları var her birisi diğerinin inancını tekfirlikle suçlayabiliyor? Adama demezler mi ki hangi ehlibeyt mektebi? Bu yaklaşımlarda inanç olarak Şiiliği, tutum ve davranış olarak hariciliği bariz bir şekilde görebiliyorsunuz! Tamamen meshebi inanca teslim olmuşlar. Allaha teslim olmayı mollalara teslim olarak algılamakta kiraya verilmiş beyinleriyle diğer Müslümanların kafalarını bulandırmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bunlardan alınacak yâda bunlarla sağlıklı bir ortamda tartışılacak bir şey bulmak ne derece mümkün! Takiyyenin süslenerek yalana dönüştürüldüğü bundan sevap umulduğu, her an bir doğruya bir yalanın giydirildiği o kadar olağan olmuş ki!
Şiileri bu kadar radikal yapan inanç sisteminin özellikleri nelerdir?Bunun adını en başta koymak gerekir ki; Ehlibeyt sevgisi. Başlangıçta masum ve güzel bir sempati ile başlayıp sonraları altı farklı anlamlarla doldurulan bu sevgi Şiacıların en büyük sermayesi olmuştur. İkinci sermayesi ise; sonradan icat ettikleri takiyye inancı. Eğer takiyye inancı olmasaydı Şiacıların ne sabit bir mezhepleri, ne devam eden bir itikatleri ve ne de kabul edilir bir sözleri olurdu. Bu başlangıcın arka yüzü yüzyıllardan beri doldurulduğundan her gün şii inancının içine yeni bir şey girdiğini görebilirsiniz. Tıpkı Şah İsmail dönemine kadar ilk üç halifeye küfür edilmez iken, ondan sonra bahsi gecen yüce insanlara hakaretin en kötüsünün yapıldığı gibi. Masum bir ehli beyt sevgisini, mazlumiyeti, haksızlığa başkaldırıyı Şiacılar öylesine işlemişler ki, ulaşabildikleri toplumlara bu onurlu duruş kullanarak uydurdukları inançlar etrafında kenetlemenin yol ve yöntemini bulmuşlardır. Eğer bu sevgiyi tabulaştırmamış olsalar en takdir edilecekleri yönleri budur denilebilirdi. Ancak, bu sevgi onlarda ifrat derecesine cıkmış bir bidat haline dönüşmüştür. Zaten onlar şii ideolojisini ehlibeyt sevgisi ve Hz Hüseyin in şahadetini kullanarak nesilden nesile taşımışlardır. Yoksa burada tarihin, acının dışında inanç adına taşıyacak herhangi bir şey bulmak mümkün değildir. Her hakikatin yozlaştırıldığını amacından saptırıldığını gibi bununda mecrasından çıkartıldığı apaçık ortadadır.Geçmişte ıslama hizmeti dokunan insanlara düşmanlık etmenin hangi inanca hizmeti olabilir. Bu bölünmüşlüğü derinleştirmeden ziyade neye yarar. Kaldı ki, İslam dünyası şu an ciddi tehditlerle karşı karşıya bulunduğu bir ortamda ortak paydaları ön plana çıkarmak, ihtilafları daha ötelere itelemek veya gündemin merkezinden uzaklaştırmak gerekmez mi?. İslâm’ın yeryüzündeki hedefi; Seyyid Kutup’un Fizilal’de, “insanlık, üzerine şahit olmak, insanlığa her şeyin doğrusunu yaymak ve yeryüzünde adaletin egemen olmasını, insanların yeryüzünde insan gibi hayat sürmelerini sağlamaktır” dediği gibi… Bizler bu amacı gerçekleştirmesi gereken bir ümmet iken birbirimize düşmenin ya da Sünnileri Şiileştirmeye çalışarak tefrikayı körüklemenin islamı yücelere taşımış insanlara iftira atarak hassasiyeti olan insanları vahdetten uzaklaştırmanın kime ne faydasının olduğu düşünülmez mi? Bugün, değiştirme noktasında hiçbir şey yapamayacağımız tamamen tarih konusu olan bir hususu, tefrikayı artırmak adına olmasa bile sürekli gündeme taşımak birilerinin bunun yanında başka birilerini de bunun karşısında varsayarak tahrik unsuru olarak kullanmak kimin ekmeğine yağ sürmek olur?
Bugün dünyamızda Hz. Ali’yi methedenler Şiilikle, onun icraatlarıyla ilgili tenkidi mahiyette fikir beyan edenler ise Ehl-i Beyt düşmanı veya Emevîci olmakla suçlanmaktadır. Bu tarihte de günümüzde de böyledir. Bazen de bu konularla ilgili görüş beyan edenlerin ashaba saygısızlık ettiği şeklinde yorumlandığı sık sık görülmektedir.
Oysa bölünmüşlüğü meydana getiren o dönem hadiselerinin ve hadiselere doğrudan veya dolaylı müdahil olan şahısların rollerinin hissî bakış açısı yerine aklî plânda ortaya konulup değerlendirilmesi gerekmektedir.. Ayrıcalığın sebeplerinden sayılan ve zalimce şehit edilen Hz. Hüseyin’e ağlamak, ya da Yezid’i/Ubeydullah b. Ziyad’i tekfir etmek şeklindeki ifrat ve tefritten kurtarmak, olayları olduğu gibi anlamaya çalışmak, nihayetinde daha soğukkanlı yorum ve değerlendirmelerde bulunmak gerekir. Zira tarih ağlamak veya tahkir/tekfir etmek, teselli bulmak veya psikolojik tatmin sağlamak amacıyla okunmaz, okunmamalıdır; tarih ancak anlamak için okunursa o zaman yol gösterici olur.
Haricilik dışındaki görüşlerin hiç birinde ehlibeyt düşmanlığı yapılmamaktadır. Harici geleneğini fiili olarak sürdürenler olsa da inanç noktasında onlarında nesli tükenmiştir. Bugün Şiilerin kendileri dışında gördükleri inanç sahiplerinin tefsir kaynaklarına indiğiniz zaman birçok Şii düşünceyle çok farklı olmayan yorumları bulmamız mümkündür. Ehl-i Beyt meselesinde de Şia’nın anladığı tarzda da Ehl-i Beyt meselesini anlayan müfessirler olduğu gibi, farklı anlayanlar da var. Bu tarihi bir konudur. Böyle olması da gayet doğaldır. Bunu ayrılık meselesi olarak görmek ne kadar yanlıştır. Nitekim Ehl-i Beyti ifade eden Hz. Peygamber’in ailesinin tamamı bugün Allah ın rahmetindedirler. Ehlibeyt anlayışını İster Şia’nın dediği gibi Ali’nin Fatıma’nın soyundan gelenlere tahsis edilsin, ister Hz. Peygamber’in o zamanki eşleri ve ailelerinin hepsi katılsa bugün ne fark eder? Yani onların tamamının temiz kılınmak istenmesi bizim sermayemize zarar mı getirir? Esas olan İslam’a kimin hizmet ettiği değil midir?
Ehlibeytin temizlenmek istemesi onların hiç hata yapmayacağı anlamına gelmemektedir. Zaten ehlibeyt sahabedendir. Ayrıca ehlibeyt olma özellikleri de vardır. Ancak, sahabe ve ehlibeyt hata yapabilirler. Ehlisünnet inancında her olumsuzluğu onlara bağlayıp küfür ve düşmanlık etmemek şartı ile onlara eleştirilemez gibi kutsaliyet tanınmamıştır. Farklı anlayışlardaki sorumluluk herkesin kendini bağlar. Ancak eleştiri noktası hassasiyetleri yok edecek derecede olmamalıdır. Mesela hariciler Hz Ali yi tekfir ettiler diye ehlisünnet doğru söylüyorsunuz diye onların peşinden mi koştu? Hayır. Nedeni onlar cahil ve şekilciydi. İlk üç halifenin icraatlarından bazılarını beğenmeyebilir sonuçlarına bakarak eleştirebilirsiniz. Farklı yapsaydı daha iyi sonuç alabileceğini düşünebilirsiniz. Ancak Hz Osman için, bütün akrabalarını vali yaptı. Devlete değil etrafına çıkar sağladı diye ele avuca sığmaz iftiralarla Hz Peygamberin iki defa damadı olmuş bir zata, eleştiri dozunu bitirip çok ağır ithamlarla saldırıya geçerseniz, elbette o mazlumun hakkını savunacak birileri çıkacaktır. Buna karşın hakkında itham olmayan fakat konuşulmasın da hiçbir fayda görülmeyen başka eleştirileri gündeme taşıyacaktır. Hakiki tarihe bakılarak Hz Ali ile Hz Osman mukayese edilecektir. Kim daha çok akrabalarını vali yaptı. Öldükten sonra kim daha çok geriye miras ve köle bıraktı! Kaç tane evlilik yaptı gibi hususların karşılaştırılması birilerini ister istemez üzecektir. Çünkü bazı kimselerin masum sıfatı yakıştırdıkları İslam büyüklerinin farklı yönlerini öğrenme lüksü yoktur. Ama hakiki sünnet ehlinin böyle bir kompleksi yok. Nedeni hep mütedeyyin davranmış orta yolu tercih etmiş ifrat ve tefritten bu tür şeyler yüzünden kaçınmış, geçmişi hayırla yad etmişlerdir. Yine Muaviye’nin İslam’da şura prensibini göz ardı edip halifeliği saltanata çevirmesini de görmezden gelmeyip eleştirmişler, bu süreçteki yanlışları kamufle etmemiş, veya bir hikmet vardır mantığı ile bir değer izafe etmemişlerdir. Böyle bir yaklaşım yerine haklı eleştiriyi tarihten ders almak adına yapmak dururken, ona kâfir demek İslam ahlakına ne derece uygundur. Biz onun Allah ı inkâr ettiğini gördük mü?... Hayır…. Bunu konuşmamızın bize bir faydası, konuşmazsak bir zararı var mı?... Hayır… Pekiyi bunu konuşmak iyi bir şeyimi- kötü bir şey midir?.... İyi olması muhtemel bile değil… O halde bunu çiğnemenin ne faydası var? Sadece koca bir hiç…. Pekiyi ümmet içindeki ayrıştırmayı sağlayan fikir sahiplerini tanıyor muyuz?.. Hayır… Onların doğru söylediğini biliyor muyuz? O da hayır. Hangi niyet ile söylediklerini de bilmiyoruz? Bu kadar bilmediğimiz meçhulün söylemlerinden nasıl doğrular olabilir ki?
Sürecin böyle gelişmesini sağlayan meselenin bir başka boyutu sütten çıkmış ak kaşık diyemeyeceğimiz ümmetin çoğunluğu temsil eden bir İslam dünyası var önümüzde. Elbette onlardan da hatalar zuhur etti ki, bu bölünme oldu. Konuyla ilgili araştırmalar bunu ortaya koyuyor. Yani ümmet olarak hiç kimse masum değil. Kiminin inanç noktasında saplantıları var kiminin uygulama noktasında.
Sünnet ehlinin yani ehlisünnetin, ehli ehlibeyt sevgisi ve bundan daha önemlisi olan Allah ın “Seni yaratmasaydım âlemleri yaratmazdım “dediği Resûlallahı sevme ve sevdirme adına ürettiği eser ya da toplumdaki etkileşimin etkisinin ne olduğu konusunda eldeki verilere bakıldığında; Şiilerin ürettikleri destanlara, taraftarlarını etkileme gücüne, diğer İslami kesimlerden insanların sempatizanlığını kazanma faaliyetlerinin yanında İnsanın utanası geliyor. Bu anlamda inancalarına güvenip yatanlar acısından ortada büyük bir boşluk olduğunu görmek mümkündür. Tabi ki bu boşluk bıraktırılırsa birileri gelir yanlışlarla doldurmaya kalkar. Bir de itikadım inancım sağlam düşüncesinden yola çıkarak, inancı ile yaşamı arasına mesafe koyanları, inandığı gibi yaşamayı unutarak, yavaş yavaş yaşadığı gibi inanmaya ve gittikçe zillete doğru yol almaya başlayan bir dünyayı görmezden gelebilirliyiz. Bizler bu felsefenin neresindeyiz?. Eğer inancın için bir şey yapmazsan inanç senin için asla bir şey yapmaz. Sen onu terk edersen, o da seni terk eder kendini yaşatacak daha ehil eller bulur. Şia bunca eleştiri alan itikadına rağmen bugün kendini inandığı islamı temsil etmeye adamış görünüyor. Sonuçta bu inanç sınırlarını kendileri çizmediler. Bugün yaptıkları sadece geçmişte bırakılan boşlukların doldurulması. Keşke bu boşlukları doldururken meshebi inançlarını pekiştirme adına değil de bazı şia âlimlerinin yapmaya çalıştıkları ancak tabulaşmış fikirlere dokundukları için büyük dirençle karşılaşan Allame Muhammed Hüseyin Fadlullah, Ali Şeraiti, Seyyid Murtaza Askeri, Ahmed el- Kâtip adlı kişiler gibi tevhit inancında hakikate ulaşma ve birleştirme adına yapsalardı.
Şii itikadını oluşturan hususlar ile bu itikadı oluşturdukları bilgi kirliliğinden oluşan tarihi hikâyelerin hangi yalancılardan geldiğini, bunlardan sağlanan çıkarların ne olduğunu, itikatlarına delil oluşturdukları ayetlerin hakiki anlamlarını, uydurulan hadislerini kısaca islamın reddettiği hususları elimden geldiğince her iki tarafın kaynaklarından toparlamaya çalışacağım.. Son yıllarda yapılan bir araştırmada göstermektedir ki, İran yayınevleri Türkçeden Farsçaya çevirdikleri kitap bir elin parmağı kadar bile yok. Bu kitaplarında ilmi bir yanı olmayan güncel olaylardan meydana gelmekte. Oysa İran da yayınlanan bütün klasiklerinden tutun da kitapevlerine gelen hemen hemen her kitap Türkçeye çevrilmektedir. Türkiye deki bilim adamları din adına yaptıkları çalışmalarında bağnazlığa düşmeden bunlardan faydalanıp dip notlarla göstermekteler. Yani bizim toplumumuz yavaş yavaş meseleye daha bir farklı yaklaşımla Müslümanları kendi kişiliklerinden ayırmadan birleştirme çabası içindeler. Bu benim gerçeğim.
Sonuçta bugün şia toplumu da hem devlet olarak hem de toplum olarak onurluca inançlarının arkasındalar. İslam âleminin gerçeği de bu! Pekiyi bu inanç dünyasına sadece eleştirel gözle bakanların hali ne?!.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder